Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu ile "Çocuk-Aile İlişkisi ve Salgın Dönemi" Söyleşisi

Yazıcı-dostu sürüm

Yunus Emre Enstitüsü, dijital söyleşiler kapsamında Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu'nu ağırladı. Kosova'daki Priştine, Prizren ve İpek Yunus Emre Enstitüleri koordinesinde, Gerçek Derneği iş birliğinde gerçekleştirilen "Çocuk-Aile İlişkisi ve Salgın Dönemi" başlıklı söyleşide Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu çocuğun sağlıklı bir birey olabilmesi için ailede ve eğitim ortamında var olması gereken değerlerden bahsetti.

Yunus Emre Enstitüsü (YEE) tarafından, yeni tip koronavirüs (KOVID-19) salgını nedeniyle başlatılan "Dijital Söyleşiler" kapsamında, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu'nun konuşmacı olduğu "Çocuk-Aile İlişkisi ve Pandemi Dönemi" söyleşisi düzenlendi.

Kosova'daki Priştine, Prizren ve İpek Yunus Emre Enstitüleri koordinesinde, Gerçek Derneği iş birliğinde 14 Aralık 2020 tarihinde düzenlenen söyleşiye, Priştine, Prizren ve İpek Yunus Emre Enstitüleri Müdürü Mehmet Ülker, Kosova İçişleri Bakan Yardımcısı Yıldıray Bayram, Gerçek Derneği Başkanı Ömer Agalar'ın yanı sıra Kosova ve diğer Balkan ülkelerinden çok sayıda ebeveyn ve öğretmen katıldı.

Priştine, Prizren ve İpek Yunus Emre Enstitüleri Müdürü Mehmet Ülker

Ülker mesajında söyleşinin, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş'in "Yeniden Düşünmek, Yeniden Yorumlamak" program serisi ekseninde ortaya koyduğu yaklaşımların devamı niteliğinde olduğunu vurguladı.

Tüm Balkan ülkelerinden gelen katılımcıların heyecanları ve ilgisi yüzünden mutlu olduğunu belirten Ülker, "Sosyal medya üzerinden sorular aldık. O soruların hepsi cevaplanamadı. Bu şu anlama geliyor, inşallah salgın bir an önce biter ve sizi (Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu'nu) Kosova'da, yüz yüze buradaki insanların gülen sıcak ruhuyla Yunus Emre Enstitüsünün ev sahipliğinde misafir ederiz." dedi.

Gerçek Derneği Başkanı Ömer Agalar

Gerçek Derneği Başkanı Agalar ise Kosova Türkleri adına Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu'na bu konudaki engin tecrübelerini düzenlenen etkinliğe katılarak paylaşma nezaketini gösterdiği için teşekkür etti ve buna benzer söyleşilerin yine düzenlenmesini beklediklerini söyledi.

Yunus Emre Enstitüsünün ve Gerçek Derneğinin sosyal medya hesaplarından Türkçe, Arnavutça ve Boşnakça dillerinde canlı olarak yayınlanan söyleşi 52 bin kişi tarafından izlendi. 

 

CÜCELOĞLU: SALGIN DÖNEMİNİN EN TEMEL ÖZELLİĞİ BELİRSİZLİK

Prizren Ukshin Hoti Üniversitesi, Öğretim Görevlisi Dr. Serdan Kervan'ın moderatörlüğünde düzenlenen yaklaşık 2 saat süren söyleşide Prof. Dr. Cüceloğlu, aile ilişkisi yanında salgın nedeniyle oluşan durumun bu sürece yansıması ve Kosovalıların merak ettikleri konular hakkında bilgi verdi.

Salgın döneminde çocuk-aile ilişkisine değinen Prof. Dr. Cüceloğlu bu yeni dönemi ve getirdiği alışkanlıkları şöyle tarif etti:

“Salgın döneminin en temel özelliği getirdiği belirsizlik. Halen bilim insanları dahi bundan nasıl korunacağı, bu sürecin ne kadar süreceği hakkında tam bir anlaşmaya varmış değil. Bizim hayatımıza yerleşmiş olan tüm yapılar, iş, eğitim, toplumsal hayatımızla ilgili birçok konu değişim durumunda. Ben önce bu değişimi, gelmiş olan belirsizliğin bizi nasıl etkilendiğine değinmek istiyorum. İnsan doğasıyla ilgili 5 boyut üzerinde durmak istiyorum. İnsanın 5 var oluşu diyelim buna, gayet tabi bu benim bir sınırlamam, farklı gruplamalar kullanılabilir. İnsanın biyolojik yapısı, duygusal var oluşu, cinsel var oluşu vardır, ilişkiler içinde sosyal bir var oluşu ve en son da manevi bir yaşamı vardır. Şimdi bu beş var oluşu ele aldığımız zaman şunu görüyoruz: Biyolojik yapınızı tehlikeye atan durumları, bizim alışagelmiş olduğumuz hareketlerin farkına varıp bunlara dikkat etmemiz gerekiyor. Yani artık el sıkışmayacağız, öpüşmeyeceğiz, kucaklaşmayacağız, hapşırma duygusu geldiği takdirde hemen mümkün olduğu kadar ağzımızdan burnumuzdan çıkacak şeyleri yaymamaya dikkat edeceğiz, maske takacağız, Elimizi sadece yıkamayacağız, 20 saniye yıkayacağız. Sosyal mesafeye dikkat edeceğiz. Tüm bunlar birdenbire hayatımıza bir farklılık getiriyor. “

Belirsizliğin insan yaratılışı açısından ve psikolojik olarak çok rahatsızlık veren bir durum olduğunu belirten Cüceloğlu, bu düşünceyi bebek gelişimiyle şöyle temellendirdi:

“Çocuk doğumundan 10 saat sonra hisseder. Yani sinir sistemi itibariyle çocuk bilir ki eğer doğduktan sonra onu biri kucaklamazsa, bağrına basmazsa, nörolojik anlamda yapılan bazı ölçümler var, o belirsizlik onu olumsuz etkilemeye başlıyor. Muazzam bir belirsizlik olduğu zaman, biz organizma olarak bunu kaldıramıyoruz, biz stres hormonu kortizon salgılıyoruz. Böyle bir durumda bebekler 3 yıl içinde ölüyor. Belirginlik olduğu, yani bizi destekleyen bir ortam olduğu zaman endorfin salgılanıyor. Burada ısrarla üzerinde duracağım şeylerden biri, çocukların yanında konuşurken, belirsizliği aktarıcı ve korkuyu artırıcı şeyler hakkında konuşmamız hiç akıllıca bir şey değil. Yani bedeni zayıf düşürür, hastalığa yakalanma ihtimalini güçlendirir.”

Belirsizliğin hem sağlığımızı, zihnimizi hem de ilişkilerimizi etkileyeceğini belirten Cüceloğlu şöyle konuştu:

“Bu aynı zamanda bizi düşündürüyor. ‘Neden geldi bu musibet? Acaba bunda bir hikmet mi var? Allah’ın bize söylemeye çalıştığı bir şey mi?’ var diye. Dediğim gibi insan doğasının beş davranışı da bundan etkilenmiş durumda. İlki insan birbirinin farkına varınca iletişim başlar. İletişimsizlik diye bir şey söz konusu değildir, sosyal ortamlarda. Her sosyal ortamda mutlaka iletişim vardır. İki insan birbirinin farkına vardığı an iletişim başlar. Bunun farkındaysak uygar bir insanız demektir. Bunun farkında değilsek uygar bir insan değiliz demektir. Bana mı baktınız, telefona mı baktınız hepsinin mesaj değeri var. Oturuş tarzınızın hepsinin mesaj değeri var. Onun bilincinde olmak çok önemli. Sık sık aynı sosyal ortamlarda bulunuyorsanız ilişkinin ötesinde ilişki başlıyor. İnsan yaşamı ilişkiler içinde anlamlıdır. O bakımdan ilişkiyi çok ama çok önemsememiz lazım.”

SOSYAL KİMLİĞİN ÖTESİNDE EVRESENSEL ÖZ KİMLİK YANİ ‘CAN’ VARDIR

Aile kavramının belli türden ilişkiler bütününden oluştuğunu anlatan Cüceloğlu aile kavramındaki ilişkiler ve rollerden şöyle bahsetti:

“Aileye aile denmesinin sebebi belirli türden bir ilişkiler bütünü olmasındandır. O bakımdan sürekli iletişim içindeyiz kavramı çok önemli. İlişki içindeysek insanın iki tane doğası sürekli devrede. Bir tanesi, sosyal kimliğimiz var. Bir de öz kimliğimiz var. Ailede anne baba, belki hala, teyze, amca var. Bir bebek doğduğu zaman kral gibi kraliçe gibi unvan dağıtır. Özellikle ilk bebekse, birisi anne olur, baba olur, diğerleri amca, nine, dede olur. O küçücük bebek unvanlar dağıtır. O kimliklerin de beklentileri vardır sosyallik için. Fakat sosyal kimliklerin ötesinde bizim evrensel öz kimliğimiz var. Öz kimliğimiz çok önemli. Ben buna can diyorum. Yunus Emre’nin dediği gibi ‘Bir ben var benden öte.’ Bazı durumlarda sosyal kimlikler bazı durumlarda öz kimlik önemli. Her ilişkide can mutlaka vardır. Bunun farkında olmak çok önemli.”

AİLE VE SINIF ORTAMINDAKİ DEĞERLER TOPLUMUN GELECEĞİNİ BELİRLER

Bir toplumun geleceğini belirleyen unsurların temelinde çocuğun içinde yetiştiği aile değerleri ve çocuğun eğitildiği sınıf ortamında gelişen değerler olduğunu söyleyen Cüceloğlu, ailedeki temel değerleri soru sorabilme özgürlüğü, halden anlama, dürüstlük, iş birliği ve saygı olarak sıraladı. Cüceloğlu bu değerlerden şöyle bahsetti:

“Birinci olarak ailede merak ettiğiniz bir konuyu sorabilme özgürlüğünüz var mı? Bunu çok önemsiyorum. Çünkü doğan her çocuk muhteşem bir potansiyel olarak doğar, merakla doğar. Şimdiye kadar bilimde, sanatta, felsefede keşfedilenin temelinde o merak vardır ve olacaktır. O merakı yaşatamayan toplumlar o merakı yaşatan toplumların kölesi olmak zorundadır. O zaman merak ediyoruz merak bu ailede yaşasın mı öldürülsün mü? Merak ettiğiniz bir şeyi sormak içinizden geliyor mu bu ailede? Birisi haksızlığa uğradınız hissederse sesini çıkarıp soru sorabilmeli mi?

İkinci değer: Bu ailede halden anlama var mı? Hâlden anlama niçin önemli? Halden anlamanın değer olmadığı bir toplum hiçbir zaman uygar bir toplum olamaz. Kuşların kedilerin köpeklerin hâlinden anladığın zaman yavaş yavaş merhaba demeye başlıyorsun. Ekoloji şimdi balinaların balıkların hâlinden anlamaya başlıyor. O vahşi ormanlardaki bir sürü haşerenin dilinden anlamaya başlıyoruz. Hâlden anlamak çok önemli bir durumdur. Yunus Emre’yi Yunus Emre yapan, bu tip değerlerin altını çizmesidir. 800 yıldır ayakta kalan mistik bir düşünür, bir filozoftur, şairdir. O değerleri yaşattığından dolayı hayranlıkla bakıyoruz.

Üçüncü değer: Bu ailede dürüstlük var mı? Kendimize karşı dürüst olalım mı? Bu ailede sorumluluk duygusu önemli mi önemsiz mi? Çok önemli bir değer. Bugün psikolog olarak ben şunu biliyorum ki bir insanın hayatında sorumluluk duygusu gelişmemişse bu insan hayatında hiçbir zaman değer bulamayacaktır. Anlamın temelinde insanın sorumluluk duygusu yatar. O nedenle ana babalara ve öğretmenlere konuşurken, özellikle ergenlik çağındaki gençlerimizin hayatında sorumluluk duygunun gelişmesini çok önemli buluyorum. Zaten onlar da istiyor ve bir boşluk olduğunu hissediyor.

Dördüncü değer: İş birliği var mı? Bırak ben yapayım mı yoksa biz daha iyisini yapabiliriz mi? Aile toplantısından bahsediyorum. Böylelikle aile toplantısında bir yapı oluşturuyorum.

Beşinci değer: Peki bizim birbirimizi sevmemiz ve saymamız gerekir mi? Saygı önce gelir, sevgi sonra gelir. Saygı mutlaka olmak zorunda. Bazen sevmeyebiliriz ama mutlaka saymamız gerekir. Sınırlarına saygı göstermemiz zorundayız. Ondan dolayı ben seni öpmek istersem 'Sana sarılıp öpebilir miyim'  diye sorarak senden izin almalıyım, “Gel buraya” şeklinde değil. O sınırlarını kendi denetimi altında olduğunu keşfedecek, öğrenecek ve sahip çıkacak. Herkesin ona saygı göstermesi gerektiğini öğrenecek. Sevgi senin olabileceğinin en iyisi olma niyetidir. Sevgi şudur: Eğer ben Serdar öğretmeni seviyorsam, Serdar öğretmenin olabileceği en iyi öğretmen olması için elimden geleni yaparım. Bir müdür öğretmenlerini seviyorsa, öğretmenlerinin en iyisi olabilmeleri için çalışır.”

AİLE GELİŞİM ORTAMI OLMALI

Cüceloğlu, bu dönemde ailede sorumluluk alıp, kolları sıvayan çocukların bundan 15 yıl sonra iş hayatında çok daha başarılı olma imkanına sahip olacağını belirtti. Sorumluluk alan çocukların girişim yapmaya yavaş yavaş alıştığını kaydeden Cüceloğlu, aile içi sorumluluk paylaşma ve bireysel uğraşlar için plan yapmanın önemine şöyle değindi:

“Bunu son derece önemsiyorum. Dikkat ederseniz birisi dağıtmıyor görevleri. Konuşa konuşa, karar veriyorlar. Böylelikle birisinin emriyle değil, beraber sohbet ederek görevleri dağıtıyoruz. Bu görevler içerisinde benim yapmak istediğim bazı bireysel projeler olabilir. Günde 20 dakika bağlama çalmak istiyorum. Günde 3 km yürümek istiyorum. Bu benim sorumluluğum. Birisi bu zamandan faydalanarak İngilizce öğrenmek isteyebilir. Başka birisi kitap yazmayı ya da resim çizmeyi öğrenmek isteyebilir. Bunları yazıp buna da zaman ayırmak lazım. Dikkat ederdeniz günümüzü yapılandırmaya başladık. Günü tesadüflere bırakmadık. Ne kadar bilgisayar başında geçireceğiz. Ne kadar yürüyeceğiz. Neyse yapacağımız işler yavaş yavaş belirginlik gelmeye başladı, bu temel değerler çerçevesinde. Günümüz geçti akşam oldu, yemeğimizi yedik. Öneri: En azından 10 dakikalık bir aile toplantısı. Aileyi baba ya da kim yönetiyorsa, herkes gününü gözden geçirirken neleri iyi yaptım diye anlatır. Neleri daha iyi yapabilirdim, onlar üzerine konuşuruz. Bugün öğrendiğim şey ne oldu, onları tartışırız. Böylelikle her günün sonunda günün bir muhasebesini yapmış oluruz. Bugün beni rahatsız eden bir durum oldu mu mesela? Tamam konuşalım. Bu evi artık bir gelişim ortamı haline dönüştürelim.”

İLİŞKİNİN 6 BOYUTU ÇOK ÖNEMLİ

“Burada anne babalara ve beni takip eden öğretmenlere şunları söylemek isterim. İlişkinin 6 tane boyutu var: Önemseme, olduğun gibi kabul etme, değer verme, güven verme, sevilmeye layık görme, ekibin parçası olarak görüp saygı duyma.” diyen Cüceloğlu ailenin korku kültürüyle değil sevgi ve saygı kültürüyle yaşaması gerektiğini şöyle anlattı: 

“Denetim odaklı korku kültüründe hep dış tanık önemli. Ailede korkulacak birisi vardır. O kişi geldiğinde herkes onun gözünün içine bakar. Ben öyle bir ortamda büyüdüm. ‘Akşam gelince babana söyleyeceğim’ ortamı. Bu bizim din anlayışımıza kadar etkili oluyor. Bu dış tanık meselesi, bir de iç disiplin meselesi. Benim önerim öyle bir eğitim sisteminde yetiştirelim ki çocuklarımızı ki çocuklar kendi iç tanıklarını keşfedip direksiyona onu oturtsunlar. Böylelikle çocuk kendi ile ilişki içinde olduğunu bilsin. Gerçekte biz yaşadığımız sürece etrafımızda kimse olmasa da kendimiz ile ilişki içindeyizdir. Ondan dolayı en önemli tanık insanın kendisidir. Ben kendimi umursuyor muyum? Sen kendini umursamıyorsan sahip olduğun her şey mevki makam da dahil hiçbir anlam kazanamaz. Ben kendimi olduğum gibi kabul ediyor muyum? Yoksa kendimi aşağılıyor muyum? Ben kendimi değerli görüyor muyum? İlişkimde kendime değer veriyor muyum? Ben kendi potansiyelimi önemsiyor muyum? Ben kendime emek ve zaman vermeyi seviyor muyum? Bir ülkede vatandaşların hepsi gelişirse ülke gelişir. Ben kendime saygılı mıyım? Ayrıca içimdeki bizi ekibini keşfedip sorumluluklarımı yerine getirmeye başladım mı?

AİLEDE ÖYLE BİR ORTAM OLMALI Kİ ÇOCUK KENDİ TANIKLIĞINI ÖNEMSEMELİ

Prof. Dr. Cüceloğlu Amerika’da öğrencilik dönemindeyken girdiği doktora sınavında, profesörün öğrencileri sınavda yalnız bırakması karşısında yaşadığı şaşkınlığı ve arkadaşının kendisine olan tepkisini şu ifadelerle anlattı:

“Arkadaşım bana ‘Profesör sizi yalnız bırakmamalı mıydı? Doğan sen doktora öğrencisisin. Kendisine saygısı olmayan bir insanın hakikatlere saygısı olur mu? Hakikatlere saygısı olmayan bir insanın bilim insanı olma ihtimali var mıdır? Bu şeref sistemidir.’ dedi. Yavaş yavaş önce hararet, sonra hüzün, sonra öfke yaşadım. 26 yaşına gelinceye kadar bana 'Sen şerefli bir insansın, sen güvenilir bir insansın' denmedi, hep bir gözcü vardı. İşte benim hedefim öyle aileler oluşturmalıyız, öyle bir eğitim ortamı oluşturmalıyız ki çocuk kendi tanıklığını önemsesin. Çocuk kendi tanıklığını önemsediği zaman yalan söyleyemez. Çünkü bilir ki kendi anlamını kaybederse kendi gözünde onun için yalan söyleyemez hâle gelir. İşte aile toplantıları salgın döneminde bize böyle bir fırsat verebilir. O dediğim temel değerler çerçevesinde hareket ederek ailemizi yeniden sohbet içerisinde değerlerle donatıp bambaşka bir ufka doğru yolculuk yapma fırsatı verir diye düşünüyorum.”

AİLE EKONOMİSİ AİLE İÇİNDE KONUŞARAK OLUŞTURULMALI

Programda Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu kendisine öğrenmen Şerafettin Enver tarafından yöneltilen “Aile ekonomilerini zorlayan, bireyleri depresyona sokan, pandemi sürecini yaşıyoruz. Çocuk aile sağlıklı ilişkisi en masrafsız, en ucuz nasıl sağlanabilir? sorusunu şöyle yanıtladı:

“Aile toplantısında bu soru gündeme getirilmeli. Aile bütçesi hep beraber konuşarak oluşturulmalı. Biraz önce söz ettiğim temel aile değerleri çerçevesinde hakkaniyetli olarak, dürüstçe halden anlayarak, bu bütçe çerçevesinde, sadece para bütçesi değil zaman bütçesi oluşturulmalı. Şunun üzerinde durmak gerekir ki aile kendi imkânları içerisinde çocuklarının gelişimi için çalışmalı. Çocuk gelişimi için en önemli şey ilişki. Anne ile ilişki, baba ile ilişki, çocuklar ile ilişki, varsa evde diğer büyükler ile ilişki.”

Evde oyuncak yapımının bile aile ilişkisi için değerli bir etkinlik olduğunu söyleyen Prof. Dr. Cüceloğlu aile içi iletişimde paylaşımı ve bazı değerleri öğrenmenin önemini şöyle anlattı:

“Evvelden mesela oyuncak alma pek büyük bir lükstü. Çocuklar nelerden oyuncak yapardı. Genellikle bu oyuncakların yapımına bazen anne, bazen teyze, bazen baba yardımcı olurdu. O süreç içinde çocuklar beraber öğrenirdi. Bu süreç içinde paranın önemli olduğu, paranın harcanmasının bilinçli yapılacağı ve para harcarken hangi değerlerin göz önüne alıyoruz bunun konuşulması, bir de bu para meselesini konuşurken büyük resmin unutulmaması. Sen bugün 12 yaşındasın ama 20 yıl sonra 32 yaşında olacaksın ve bugünleri hatırlayacaksın. 12 yaşındaki insan 32 yaşındaki insan yolculuğunda olduğunu bilerek, şu andan itibaren paranın kıymetini, ilişkinin kıymetini ve zamanın kıymetini öğrenmeye başlarsa ona göre 32 yaşındaki bir insan olacak. Bu sohbet içinde diğer zorlukları çekerken utanmamak lazım ve bu zorlular içinde yapabileceğimizin en iyisini nasıl yapabiliriz meselesi var. Bu yapabileceğimizin en iyisini yaptığımızı hissettiğimiz anda sinir sistemimiz enteresan bir şekilde seratonin salgılıyor. Mutluluk salgısı salgılıyor. Adam para ile mutlu olamıyor ama tasarruf uğraşı içinde olan biri, ‘Ne yaptık çocuklar bakın buradan 5 lira kâr ettik’ diyor ve çok mutlu oluyor. O bakımdan benim önerim, sürekli ilişki içerisinde temel değerlerle gerçekçi olarak yapabileceklerinin en iyisini yapmalarını tavsiye ederim.”

EĞİTİM BİR EKİP İŞİDİR

Cüceloğlu, Engin Kursan isimli öğretmenin “Beraber yaşadığımız aile ortamını sağlıklı bir ortam varsayarsak, aynı çocuğun sınıf ortamı sağlıklı değilse ne yapılmalı? Doğru iletişim illa ailede mi başlar?” sorusuna cevaben ise şu yanıtı verdi:

“Ben esas itibariyle eğitimin bir ekip işi olduğunu düşünüyorum. Ondan dolayı öğretmen, ana-babayla eğitim amaçlı sürekli işin içinde olması lazım. Ben de sosyal medyada veli okuma grupları oluşturmalarını öneriyorum. Hatta ben şöyle diyorum: Grup oluşturursanız oluşturduğunuz gruba ben isme kitap imzalarım ve buna bayağı talipli öğretmenler oluyor. Kesinlikle aile çocuğun gelişiminde birincil bir öneme sahip. Fakat bazı durumlarda anne-baba değişik nedenlerden dolayı gelişimci bir ortam kuramıyorlar. Öğretmen bunun farkına vardığı zaman hakikaten çocuğun hayatını çok etkileyecek rollerin içine geliyor. ‘Öğretmenim Bana Bir Bakar mısın?’ kitabında bunu anlatıyorum. Okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim. Öğretmen çocuğun eğitiminde sınıfsız derecede güçlü.”

HAYATIN ZORLUKLARI SAĞLIKLI BİR İLETİŞİM ORTAMINDA ÇOCUĞA ANLATILMALI

Çocuklara ailedeki sağlıklı iletişim ortamında onları suçlamadan “yaşamda her zaman her şeyin kişinin istediği gibi olmayacağı” gerçeğini anlatmanın faydalı olduğunu vurgulayan Cüceloğlu, bu fikrin faydasını şöyle anlattı:

“Bazı durumlarda aksayan şeyler olur. Ama bu da sürekli olmaz. Ailede sohbet içerisinde konuşarak, yapabileceğimiz şeylerin sınırlarını bilir ve o çerçeve içinde hareket etmeye başlarsak, bakarsınız, o musibet o çocuğu olgunlaştırmada, eğitiminde bayağı faydalı olur. Çocukları kavganın bir parçası hâline getirmek yanlış sonuçlar verir. Sürekli ‘ekip bilgi’ içinde hareket etmek lazım. Ben çocuğuma derim ki, istesek de istemesek de ‘o sınır senin ekibinin bir parçası.’ Bazı durumlarda ekibimizi kendimiz seçemiyoruz. Ama bizim hayati tecrübemiz devam ediyor. O ilişkinin potansiyeli üzerine düşünüp onun gelişiminde ne yapabiliriz konusu önemli. Örneğin ailede sağlıksız bir durum var, öğretmen farkına vardı. Zavallı çocuk acı çekiyor. Ana babaya ulaşıp ekip halinde çalışmak gerekir. Ana baba diyaloğa kapalıysa, çocuğa bir sohbet içinde ‘yaşama devam ederken bu durumdan biz en iyi neler kazanabiliriz?’ tavrını kazandırılabilir. Azim, yılmazlık kazandırabiliriz.”

Türkçe öğretmeni Serap Bayram’ın, “Hayatımızı artık ikiye ayırıyorum salgından önce ve salgından sonra diye. Çocuklarımızı salgından önce hep bilgisayardan, sosyal medyadan uzak tutmaya çalıştık. Salgın dönemiyle birlikte online eğitimin girmesi ve birçok şeyin bilgisayardan olması nedeniyle tam tersi olmaya başladı. Zamanlarını bu sefer bilgisayar başında geçirmeye başladılar. Bunu öğretmen olarak ya da veliler olarak nasıl dengeleyeceğiz? Salgın bittikten sonra bunun sonuçlarını nasıl dönüştüreceğiz?” sorusunu Doğan Cüceloğlu şöyle değerlendirdi:

“Tekrar edeceğim ama bu çok önemli bir kavram. Öncelikle konuyu araştıracağız, ikincisi de, burada sohbet içinde olacağız. Belirli dönemlerde yeni alışkanlıklar geliştirebiliriz. Ama bu uzun vadede ne kadar sağlıklı değil bunun sohbetini yapmaya başlayacağız. Bu dönem inşallah bittiği zaman çocuğun hayatında olması gereken bazı şeyler var. Arkadaşlarıyla buluşabilir, spor yapabilir, kitap okuyabilir. Bu süreçler içinde yeninden, yeniden hakkaniyetli olan değerlere gidelim. Değerleri yeniden bir gözden geçirecek olursak, “Merak duygusu, hakkaniyet, hâlden anlama, dürüstlük, sorumluluk, iş birliği ve sevgi” konularını aldığımız zaman, kendiliğinden zaten çözüm önerileri gelmeye başlayacak. Ben konuşurken derim ki Ömer 'Şu anda 8 yaşındasın. Gözünü kapa ve bugün 14 Aralık 2020. Şimdi gözünü açtığın zaman 14 Aralık 2040 olacak. Haydi bakalım 20 yıl geçti. Kaç yaşındasın 28 yaşındasın. Bir iş yapıyor olacaksın. Evli misin? Çocuğun olacak mı? Evet.' Şimdi bu sohbet içerisinde ben ona sürekli şöyle söylemeye başladım: 'Bugün yaptığımız seçimler biliyor musun Ömer 28 yaşındaki Ömer’i etkiliyor olacak. Onun için bugün yaptığımız seçimlerin farkında olacağız. Onun için bugün sadece bugünü kurtarmıyoruz. Bir yoğunluk içerisindeyiz, geleceğe gidiyoruz.' İki şeye çok dikkat edelim. Bir; ailenin yaşadığı değerler, ikincisi de beraberce karar vermek. Sen herhangi bir gelişimle ilgili bilgi edindiğin zaman, diyeceksin "Evladım ya, benim gördüğüm kadarıyla, yapılan çalışmaları anladığım kadarıyla bir çocuğun oyun oynaması, ekip içine girmesi, yaz kampı yapması, çok önemli. Çok şeyler bunu gösteriyor. Onun için evde sade bilgisayar başında zaman geçiren birisiyle bu ilişkilerden zengin olan birisi çok farklı sonuçlara gitmeye başlar. Benim sevgin senin olabileceğin en iyi olma yolunda. Onun için sürekli bunu konuşacağız.' Çocuklar bunu hisseder. Belki biliyorsunuz, Bundan 30 yıl önce yapılmış bir deney var. Bir odaya marşmelov koyuyorlar. Çocuğa 'Ben gideceğim 5 dakika sonra geleceğim, bunu yemezsen bir tane daha vereceğim.' deniyor. Bu deneye giren çocukları 30 yıl takip ediyorlar. Yiyenler ve yemeyenler arasında sağlık, evlilik sağlığı, meslekî sağlık konusunda başarı, kazanç konularında muazzam farklılıklar var. Bu da şunu gösteriyor: Bir insan bir tercih yaparken, geçmişi hesaba alıp geleceği için fedakârlık yapıyorsa, geleceği hesaba alıp şimdiki elde edeceği ödülü geciktiriyorsa o insanlar farklı oluyor. Çocuklar ile bunu konuşup sohbet içine girdiğimiz zaman o zaman çocuk bilinçli olarak geleceği için bazı sıkıntıları çekmeyi göze almaya başlıyor. İlle de sohbet, sohbet, sohbet. Çocuğun anlayabileceği bir dilde ve ailenin temel değerleri çerçevesinde. Şimdi diyelim ki nasihat niye işlemiyor. Çocuğa uygulanan kurallarla otorite durumundaki insanların birbirine uyguladığı kurallar birbirine uymuyor. Ona git ders çalış diyorlar, kendileri televizyon seyrediyorlar. Yani o biz bilinci meselesi çok önemli. Bir süre sonra çocuk zaten bu emeği görüp, ‘Ya annemin babamın benim için çırpınışını görüyorum', deyip, o ekibin bir parçası olması çok yüksek ihtimal.

Öğretmen Meral Aygün’ün “Koronavirüs vakası kayıp kuşak mı yaratıyor?” sorusunu Doğan Cüceloğlu şu ifadelerle cevapladı:

“Önemi bir soru. Her bir öğrenci içinde bulunduğu koşullar çerçevesinde değerlendirilmeli. O tehlike var. Ailenin bilinci çok önemli. Öğretmenler arasındaki kalite farkı, bakış farkı çok önemli hale gelmeye başlıyor. O bakımdan hakikaten çok bilinçli bir şekilde çalışmamız lazım. Ama şunu görüyorum. Ben bilinçli ana baba için bu telafi edilmeyecek bir durum değil. Mesela bir anne baba, 'Bir yıl için çocuğumu okula göndermeyeceğim çünkü hayatından endişe ediyorum.' derse bu telafi edilmeyecek bir durum değil. Nasıl bir tavır içinde olacağımız çok önemli. Panik olursak, bu çocuk da anası, babası gibi şikayet etmeyi öğrenir. 'Ben kaybolmuş bir neslin çocuğuyum.’ der. O nedenle bu durum içinde annenin babanın yapabileceğini, okulun öğretmenin yapabileceğini konuşup değerlendirelim. En fazla 1-2 yıl kaybolur. Ama 90 yıllık bir yaşamda bu çok rahat bir şekilde telafi edilebilir. Ben ilkokula başladığımda 7 yaşındaydım ve okula gittiğim ilk gün sıtma oldum ve eve sıtma olarak geldim. Silifke’de sıtma bizim milli hastalığımız, her eylülde sıtma oluruz. Doktor dedi ki iğneci yanlış yere iğne vurmuş. Ben topal oldum, okula gidemedim. Topal kaldım, bacağım kurudu. Allah razı olsun annemin zeytinyağı ve zencefille yaptığı tedavi çalışmaları sonuç verdi. Ertesi yıl okula başladım. Bir yılım bitti. Fakat, netice itibarıyla kaybolup gitmedim, bir yıl okula gidemedim ama kayıp nesil olmadım. O nedenle çok abartmadan imkânlar dahilinde elimizden geleni nasıl yapmalıyız, diye hareket etmemiz lazım. Bir yıl için okullar tatil edilsin, daha adil olur diye söyleyenler var. Ama onu biz bilemeyeceğiz o nedenle mevcut durum içinde ne yapılmalı onu düşünmeliyiz.”

DİJİTAL ORTAMDA ÇOCUĞA GEREKLİ MESAJLARI VERMEYE DAHA ÇOK ÖZEN GÖSTERİLMELİ

“Kitabınızda ‘Öğretmen ve öğrenci ilk göz göze geldiği zaman eğitim başlar’ demişsiniz. Şimdi göz göze gelemiyoruz, pandemi durumu var. Bazen kameralar açık veya kapalı. O yüzden çocuklar nasıl bir zararla çıkacak? Özellikle ilkokul, okul öncesi. Burada ne önerirsiniz” sorusunu ise Doğan Cüceloğlu şöyle yanıtladı:

“Çok önemli bir soru. Bu sözümün arkasındayım. Bu ‘mış’ gibi bir eğitim oluyor. Gerçek bir eğitim değil. Özellikle çocuklar ana-okul, ilkokul yaşındaysa. Çünkü çocuk gerçekten göz göze mesafe ve çok farklı ipuçlarıyla eğitimi mesajlardan alabiliyor. O uzaktan kayboluyor. Biz daha az yerde zihinsel çerçeve içinde bilgisayar aracılığıyla uzaktan eğitim kuruyoruz. Onun farkında olalım. Sanmayalım ki, elimizden geldiği kadar zenginleştirelim ve sesimizin tonuyla her öğrenciye o benim söylemiş olduğum 6 boyutta mesaj vermeye özen gösterelim: “Sen umurumdasın, sen öteki değilsin, seni olduğun gibi kabul ediyorum, sen teksin, o tekliğin içinde sana değer veriyorum. Senin muazzam bir potansiyelin var, o potansiyeli önemsiyorum. Kafaya takarsan yapabilirsin. Sana güveniyorum. Sen emek ve zaman veremeye değersin. Seni seviyorum. Seni ekibimin bir parçası görüyorum ama aynı zamanda sana saygım var bir birey olarak.” Bu değerleri vermek çok önemli ama bilgisayar aracılığıyla vermek çok zor. Bunun farkında olarak yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışacaksın. Ama yeni yöntem artık budur deyip, sağlıklı günlerde bu araçlarla eğitim vermeye devam etmemek lazım. Mutlaka çocukların birbirlerini görebildiği, öğretmenle haşır neşir olabildiği, öğretmenlerin onları kucaklayabildiği, birlikte koşturup oynayabildiği bir ortamı yaratmak lazım. Bu dönemde de geçici bir dönem olarak elden gelen en iyisini yapmak lazım, o da aileyle iş birliği içinde olacak. Ailedeki rol dağıtımı adına yapabileceğinin en iyisini yapmak lazım.”

ÇOCUKLARIN KENDİ AYAKLARI ÜZERİNDE DURMASI İÇİN 6 DEĞER 

“Çocuklarımızın aklını kullanarak yüksek bir bilince sahip ve kendi ayakları üzerinde bireyler olabilmeleri için biz çocuklara nasıl davranmalıyız.” sorusuna karşın Prof. Dr. Cüceloğlu, ailede yaşanması gereken değerleri açıkladı.  Bir ailede ya da eğitim ortamında çocuk ile ilişki içinde olan kişiler 6 önemli mesajı verebildiği takdirde çocukta özgüvenin gelişmeye başladığını belirten Cüleloğlu konuşmasına şöyle devam etti:

“Çocuk altı aylıkken başlıyor bu farkında oluş. Araştırmalar gösteriyor ki çocuk 6 aylıkken bu 6 boyutun farkında oluyor ve ona göre beslenip ona göre salgıları değişebiliyor. İlk olarak ‘Sen umurundasın, seni önemsiyorum, seni olduğun gibi kabul ediyorum’ mesajları çok önemli.  Rahmetli abimin ilk çocuğu kızdı Silifke’de. Yengeme küstü, iki ay yengem ile konuşmadı, ’Neden kız doğurdun?’ diye. Bu maalesef hâlen var benim ülkemde. O çocuk iki ay baba kucağından mahrum kaldı. Şu anda o yeğenim 65 yaşında ve görüyorum bu durumun bir etkisi olmuş. Bunun ne kadar saçma ve günah bir şey olduğunu anlatmak lazım. İkinci mesaj: ‘Seni umursuyorum, seni olduğun gibi kabul ediyorum, sen Allah’ın bir hediyesisin bana’. Üçüncü mesaj: ‘Hiçbir insan senin gibi değil, seni tekliğin içinde olduğun gibi kabul ediyorum'. Dördüncü mesaj: ‘İnan ki sen muhteşem bir potansiyelsin. Olabileceğinin en iyisi olman için ben elimden gelen dikkati göstereceğim.' Beşinci mesaj: 'Emek ve zaman vermeye değersin, çünkü sevilmeye layıksın. Seni seviyorum. Hem emek vereceğim hem zaman vereceğim. Çünkü seni seviyorum.' Altıncı mesaj: 'Sana saygı duyuyorum. Senin sınırlarına saygım var. Ama senin sorumlukların var. Ama sen ekibin bir parçasısın. Senden bu sorumlulukları yerine getirmeni beklerim.' Çok önemli bunlar. Eğer bir çocuk annesinden babasından eğitim ortamında, dedesinden çevresinde bunlarla beslenerek sohbet içerisine girerse, hiçbir kuşkun olmasın. Olabileceğinin en iyisi olma yolunda gayet güçlü yetişir. O bence hayatın en önemli eğitim ortamı. Bunları alamamış birisi eğer başka kurumsal eğitimlerle bunların eksikliğini tamamlamaya başlarsa bir yerde hayat aksamaya başlar. Nurdoğan Arkış 'Çocukta Özgüven Nasıl Gelişir' isimli kitabında anlatıyor. Benim bir de ‘Geliştiren Anne Baba' diye bir kitabım var bu konuyla ilgili. Bir de benim 'İçimizdeki Çocuk' diye bir kitabım var. İçimizdeki çocuk utanca mı boğulmuş, hüzünle bir köşeye çekilmiş mi, yoksa cıvıl cıvıl hayata atılmaya bekleyen mi? Bu da önemli bir şey. Onun için İçimizdeki Çocuk kitabına bakmak lazım. Bu geniş bir konu. Ama bu anlattığım kaynaklar az çok olayı toparlıyor. İşin özü bu altı duyguyu çocuğun yaşaması.”

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu'nun konuşmacı olarak yer aldığı "Çocuk-Aile İlişkisi ve Salgın Dönemi" başlıklı söyleşi Enstitünün sosyal medya hesaplarından seyredilebiliyor. 

 

 

 

Diğer Etkinlikler

Türkiye’nin Bandar Seri Begavan Büyükelçiliği ve Brunei Yunus Emre Enstitüsü tarafından Brunei Savunma Bakanlığı (...

Yunus Emre Enstitüsü, Latin Amerika’da Türkiye’nin kültürel mirasını tanıttığı faaliyetlerle farklı ülkelerde Türk...

Iraklı Polisler Türkçe Öğreniyor

 

Yunus Emre Enstitüsü, Bağdat'ta bulunan Irak İç İşleri Bakanlığı Diller...

T.C. Millî Eğitim Bakanlığı, T.C. Saraybosna Büyükelçiliği ve Saraybosna Yunus Emre Enstitüsü tarafından “17...